Pazartesi, Aralık 30

barbar


güneş, bir camın arkasından gerisin geri sana, tüm kusurlar için biraz daha, biraz daha toz ve uçuşan şeyler. çatlayıp duran deri, dökülen kirpik. dört bir yana saçılmış şifa taşlarınca.

sen ayırabilir misin birbirinden, gecede kesik bir hırıltıyı boşlukta yuvarlanıp giden bir şeyden ve aslında tüm renklerin beyaz olduğunu mesela. bunu sen söylüyordun. bu mümkün olabilir mi?

yeniden belirir o gölge. o koyultu kökleri zorlayan. ne varsa biriktirir aceleyle öteki. bir barbar soluk soluğa geçer. kaç kişiyim ben, bu hangisi. toz toprak ve uçuşan şeyler.

kışa hazırlanmanın bir yolu hepsi.

Salı, Ağustos 27

tuz


merhaba. hiç uyumadım. şehre karanlıkta girenleri saydım ve böylece saatler geçti. ağzımı bile açmadım oysa herkes soruyordu. bir haritam olsaydı eğer, belki bir pusula elime tutuşturulmuş, ama heyhat! nasıl söyleyebilirdim, nasıl ve nereden dönülebildiğini geriye.

köpekler gibi uludum. sende bir şeye dokundum çok kötü, şu tüylerime bak. çıldırır gibi bir denizi kasıklarından içeri doğru. tüm kapıları hep sana doğru. içi boşaltılmış bir hayvana benziyorum, tuz tutmuş buza, birikmiş cürufa. büsbütün az geliyorum her yere.

Salı, Aralık 25

en uzun sayı


hatırlat hepsini, bir yortuyu ve bazı yas günlerini fırtına takviminden. bunu en iyi sen bilirsin. rüzgarları sen izledin, depreşen uzak suları. bir şehri yaparken fazladan birkaç yokuşu koymayı da sen düşündün. 

topladığın otları bana taşı. ateşi tutuştur bir kabileli gibi. en uzun sayı sensin, parmaklarınla yoklayıp durduğun şu migren. belki bütün köşeler de senin için varlar. cetveller, yapı ustaları, kızıl ardıçtan oyduğun kurşun kalem.

Salı, Ağustos 28

zaman-dışı


yatağın ucunda, dağılıp gelen nefesinde bir şey var. birkaç su bardağı, toz duman, buna ne dersen de! zamanın dışına it istersen, daha uzak bir yıldıza, kamburuna bir adamın. kim bulabilmiş hem, bazı şeyler için bir dil yok dünyamızda.

orada her şey aslına döner, bir şeyin bir şeye oranı neyse, inan hiç mühim değil, belki işittiğin bir küfür bile. bunu sen söyle! nasıl azalır insan, ne kadar uzağa gidebilir, kaç atlas peş peşe, kaç kara parçası yeter buna.

Cumartesi, Mayıs 12

adsız


işte tam da orada, yüzündeki çukura yerleşirken ışık, ben altı üstü bir gölge, birkaç adım asfalt arabaların yarıp geçtiği. bir ot nereye doğru uzayacağını hiç bilmeyen. çayır üçgülü, taşkıran, geven. her şeyi hatırlamaya yazgılı ve bütün acıları ustalıkla ezberleyen.

duy beni, gör açtığım arkı. kimse anlamadan bir taşı bırak elinden, harelendir suyu. çünkü ne varsa tekrar eder kendini. gör beni, duy sıkışıp duran damarın soğukluğunu. herkese anlat kimselerin bilmek istemediğini. gece ıssızda denize bıraktığın taştan bahset, onlara yıldızları birbirine iten vaktin zembereğinden.

Çarşamba, Şubat 28

daha uzak


beni bırakma yirmi bir santim çok uzak. taş tuğla hesabıyla mevsim hesabıyla bu yetmeyecek. bak insan kaç türlü sever birini bilir misin, ben hepsini denedim. her şey aynı kalsa da her şey değişir. geçer sokakların zamanı, sirenler çalar ve susar. aşk gökyüzünü soğurur. böcekler de sever. bir yerlere doğru yürüyen insanların arasında böcekler de sever.

*

beni bırakma elli bir santim çok uzak. bir ot kadar uzak şimdi kaldırımları çatlatacak bir ot kadar. zamandan eksilse ne çıkar ülke ülke büyüyüp gider. mürekkebe benzer bir şey işler kemiğe. bir yas nasıl tutulur, hangi pencereye koşarak insan. bazı sokaklara hiç bayrak asılmaz. bazı böcekler bütün mevsimlere alışır. her mesafe bir böcek boyuyla başlar biter. 

*

beni bırakma doksan bir santim çok uzak. hem bir kuş uçuşuyla da bilinecek gibi değil. çünkü hiç bir yerden geri dönülmez. bando takımları arasında, duvarların içinde, duvarların üzerinde. her ses bir yerde bekler. bütün yankılar böyle büyür, daireler çizerek. kimsenin duymadığı sözleri böcekler işitir. yas tutmayı onlar bilir. gidilen her yerden geri dönmeyi onlar bilir.

Çarşamba, Şubat 7

şampanya rengi bir süpernova


başının ağırlığını duyuyorum. üzerindeki kesik eli. daha çok senin elin. ter içinde ve saç diplerin, bütün kökleri tek tek sayıların ve harflerin toplamından. her şeyin toplamından. insanın kurtulamadığı tüm o şeylerin toplamından.

şimdi benim bu yılmadan düğümlediğim yolları sen en başından yürüyorsun, üstelik yalnız. seviyorum gücünü. budandıkça güçlenen yerlerini. kasıklarını ve koltuk altlarını. diz kapaklarının arkasındaki çizgileri. sonra senin hiç görmediğin çizgileri. her şeyi birbirinden ayıran. atları ve attarı ve unutulmuş bir kuş dilini.

biliyorum nasıl sökün ediyordur bir yerlerindeki tüylerin, nasıl dönüyordur eve biri. sırtımda kendi çarmıhımı taşıdığım kum çöllerinden. her şey yeter ve az gelir. bunu biliyorum. çırılçıplak soyunsam da kendi bedenim bukağı. üstelik elmastan kömüre varmak için her şeyi vermeye hazırken. söz gelişi kaburgamdan bir parçayı vermeye hazırken hem de.


neden sonra işte, bir şey camlara vurdu, taşı titretti, damarları birbirine itti. her şeyi böylece kendime benzettim. yalnız kendime.

Salı, Ekim 21

ökçelerimin üzerinde kötülükle dönüp duran ben miyim
kuşların izini sürdüm,
göç yollarına ökseler kurup bozdum

su taşıdığım vahanın taştığını
yarılan kızıl deniz'in kapandığını görüp
sustum

***

bir zaman zaferlerle altından geçtiğim kemerler yıkık
upuzun bir boşluktu, alabildiğine dümdüz
arkamda kalabalıkları sürüyerek girdiğim şehir

Çarşamba, Mart 28

dipte ve geride

bunu nasıl yapıyor, kurup bozuyor ateş çemberlerini. bir şey yapıyor, çok derinde bir şey. teller üzerinde yürüyor. bir ses yitimi. daha. neredeyse zamanı aşacak gibi. öğrenmişcesine orama dokunuyor.

Salı, Ocak 31

bozkır


beni oraya götür, rüzgarların uğultusunda koştur, ellerini derimde gezdir, her şeyi hızla öğrenirim ben, nasıl olduğunu, çünkü ben bu bozkırda doğdum, sırtını hiç unutmadım, tüylerini ıslattım, ürperttim içini, bir sabah deli gibi oradan oraya, duvarlarını ittim, iplerimi sana verdim sonra.

Salı, Ekim 18

günler I


otelin tam karşısında her sabah öten bir horoz uyandırırdı bizi. sana kilisenin çan kulesinden gösterdiğim. bir zaman tedirgin iner çıkardık merdivenlerini. tedirgin el ele o caddede, o pasajdan o pasaja.

bankta oturup bana baktığın bir fotoğrafın elimde. güç bela kurduğun her şey yıkıldı. çok uzakta artık köşedeki alçak duvara dayandığın zaman, denizi görebilmek için bana yaklaştığın o an. çok uzakta uğultusu kalabalığın.

Pazar, Kasım 28

our love to admire


ve kışı çağırmaya gider çocuk. çokça gecikmiş bir saatinde zamanın. kızın bedeni vurunca nehrin kıyısına. o uzak ve karanlık ormanda. o uzak ve karanlık ormanda çınlarken yabancıların sesi. tutup çıkarır göğsünden kalbini. ayakları suyun içinde. suyun içinde bedeni kızın. çıkarır onun yanına koyar çocuk kalbini. yakınlaşır gitgide yabancıların sesi.

Perşembe, Eylül 2

vivre sa vie

ışıklar söner, siyah beyaz bir film başlar. vivre sa vie. monsieur godard'dan. her şeyden sorumluyuz, der nana. sınırsız, o sonsuz sorumluluk. nerende duyuyorsun onu sevgilim. çok güzel. devam et böyle. duyduğun şey gerçektir.

güneş mi batıyor, dünya mı dönüyor, söyle bana sevgilim. hiçbir şeye inanmadığını söyle. korkmadığını sonra. biz birbirimize hiç yalan söylemedik, yalnızca bu. güneş de batıyor, dünya da dönüyor sevgilim. sana tek bir şeye inanabilirsin diyecekler. inanma onlara.

sırlarını bilmek istemiyorum. bu çözdüğüm düğmeler, bu bir yerinden tutup çektiğim göğüs senindir. göğüslerimi mi seviyorsun, göğüs uçlarımı mı, diye sorar bardot. bilmem, her ikisini de, der ya adam. işte öyle. aşk her yerindedir senin ve her yerinde aynı anda başlar.

ben hiç utanmıyorum tutarsızlığımdan. inandığım her şey değişti. kapılar açılacak sanırdım oysa evler yıkıldı sevgilim. bana nasıl kızabilirsin ki. toz dumandı her yanı, elele içinden geçtiğimiz şu yıkıntının. ve soruyorsun yıkılmamış bir şeylerin kalıp kalmadığını. sanırım kalmadı.

aşkın da yenildiğini söylüyorum ya, bakma. yenilmez aşk. ne vakte ne başka bir şeye. birgün mutlaka devam eder. hep başından kurar insan, yeniden yüklenir onu. ve birgün mutlaka kaldığı yerden sevgilim, devam eder.

Çarşamba, Ağustos 25

"ülkem bölündü bu öğlemi sana ayırdım"

bölüğe en uzak kulede, o serin yaz gecesinde, göğsümde namlusu göğe bakan bir tüfek, dilimde hiç şaşmadan ezbere okuduğum bir şiir, '1919'. eski bir fenerin titrek ışığını çeviriyor o, siperdeki kum torbalarının üzerine, "bu delikanlı rüzgar nereye gidiyor böyle. bu gidiş yarı haç sayılır." yazıyorum ben. o ki ilk yıkıcı dize, şiirin kapılarını açmıştı bana.

sabah telefonda, üzüleceksin ama sana bir şey söyleyeceğim diyor annem, ilhan berk öldü. ilhan berk öldü. bir kırılmanın yankısı uğulduyor kulağımda. z. ile harbiye'de peşinden gittiğimiz günü ansıyorum. omuzlarını kaldırarak yürüyor hızla, onu taklit ediyorum ben de, yanında lale müldür, lale'nin kahkahalarıyla inliyor cadde; berk'se uzak ve yaşlı. daha fazla yaşayamaz diyorum z.'ye, bu son görüşümüz olabilir onu. öyle oluyor.

geride wittgenstein'ın dediği gibi, cümlelerle ifade edilemez bir dolu düşünce kaldı bende, bir dolu anı. kendimi yalnızlaştırıp, çocukluğumun bir oyununa dönüştürdüğüm şu yazmak işinden, le poete travaille'de yan yana yayınlanışımıza kadar birçok şey. nereden başlamak lazım ona bilmiyorum ama bir şeyler yazmak boynumun borcudur. bu yürüdüğüm yolun kalabalık ve içiçe geçmiş ayak izlerinden biri de onundur mutlaka.

Pazartesi, Ağustos 23

roman candle


ve gemi karanlıkta kalkar iskeleden. bir yıldız kümesi gibi süzülür ufkun çizgisinde. hava bozuk ve fırtına kapıda. aklını bir soru kemirir durur. neden. sadece bilmek isterdin. oysa sorular çok kısa ama cevapları çok uzun.

hava bozuk ve fırtına kapıda. alabora olup batan gemilerden, teknelerden bahsediyor herkes. oysa ben hiçbir şeye inanmıyorum. ve sen cevapları sorular sorarak bulamayacak kadar uzaktasın.

bu kış sana bu masalın sonunu anlatmak için yola çıkıyorum. hava bozuk ve fırtına kapıda. başını uzattığında adaları bir sır gibi saran yağmuru görebilirsin. işitebilirsin sesini yaprakların, o uzak ormandaki.

Pazartesi, Ağustos 2

mektup IV

sanırım onunla kaçınılmazın gelip dayandığı yerdeyiz, diye bitirmişsin mektubunu, ne diyebilirim. sezdirmeden değişir her şey, biz olanca büyük hareketler beklerken, usulca ortasından, tam ortasından başlar çürümeye ve yavaşça ele geçirir, güçlükle korumaya çalışırken biz, ele geçirir ve bırakmaz.

biliyorsun, ben hep aşkın peşinden gittim. sonunu hiç düşünmeden, güvenmeyi ve umut etmeyi beklemeden. başkaca bir çıkar yolu yoktur insanın. alışmak ve alışamamak arasında gider gelir. bağlanmaya çalıştıkça uzaklaşır. öyle uzaklaşır ki bir an, kopmaz bağlarla bağlandığını anlar ona. çok geçtir ama artık, her şey için geç. ne zaman bekler bir aşkı, ne de aşk zamanını.

yine de önce aşk vardır, yalnız aşk. sokaklar, insanlar, iki kıyı arasında mekik dokur gibi gidip gelen vapurlar hep daha sonra gelir. önce aşk vardır, bütün gücüyle aşk. ama aşk da yenilmez değildir ki.

e. seni merak ediyor. ben de seni merak ediyorum. yine de güçlü olabilmen ne güzel.

sana bunları küçük bir gündüz kahvesinden yazıyorum. e. iskemleme dayadığı bacağını yaramaz bir çocuk gibi oynatıp duruyor. tepemizde o güzel yüzüyle john coltrane'in fotoğrafı duruyor, sevgili coltrane.

gözlerinden öperim,

a.

Salı, Temmuz 27

mektup III

insan hep bir şeyleri yoluna koyarken çıkar yoldan. zamanda savrulanları toparlarken savrulur. ve hiç bitmez karmaşası aklın. arkada bir yerde durmaksızın karıştırır anıları, anıların bitimsiz dünyasını. o koskoca hayat bir batık gibi dibe çökerken, hatalar usulca süzülerek çıkar dehlizlerden ve suyun yüzeyine ulaşır. uzun uzun düşünüp yazmak isterdim sana bunları. gururu elden bırakmadan, hafife alarak aşkları. hiçbir şeye yaramayacak olsa da yazmak. ne garip, ben dokunduğu şeyi değiştirir sanırdım insan, bilmezdim asıl dokunduklarının insanı değiştirdiğini. bunu öğrenmek çok zamanımı aldı. öyle bir zaman ki, saatler ve günlerle ölçülemez artık.

sana buraları neden anlatıyorum ki. hiçbir zaman kesişmeyecek bir yola girdi benim yolum seninkiyle. şehirler ve insanlar değişmedi sadece. baktığımız şey aynıysa da, gördüklerimiz farklıdır artık, biliyorum. yine de anlatıyorum sana buraları işte. şu köşede sana benzeyen birini görmenin umuduyla. onca geçip gidenin ardından, başka yollardan, başka yataklardan, sana zamansızca uzak bir denizi çağıran rüzgardan. hiçbir şeye yaramayacak olsa da anlatmak. her seferinde biraz daha düğümlenen sorulardan. senin sormaya korktuklarından, benim sormaya korktuklarımdan. çünkü çözülemez bir soruyu sormak, bir soruyu çözebilmekten daha zordur her zaman. bunu sana söylemiş olmalıyım.

şimdi derince bir nefesi çekiyorsundur içine. göğsün kafesine sığmayan bir kuş gibi çırpıyordur kanatlarını. öyle kalmak, orada ve her şeyden uzakta, demişsin, ama en çok da benden. ne kaldı elinde, bir korkuyu arsızca besleyip büyüten senden, ne kaldı. hem kendini de böyle büyütmedin mi sen.

yaz bana. cehennem kadar sıcak bir yaz başladı burada, diyorsun. yaz bana, kaybettiğimiz şeylerin soğuk ve karanlık gölgesinden. hiçbir şeye yaramayacak olsa da yaz. bilirim, kelimeler böyledir, avutmaz insanı aslında ve her satır bir çıkmaz sokak gibidir dikkat ettiysen.

gözlerinden öperim,

a.

Cumartesi, Haziran 19

quiet is the new loud


yaz. asvaltın buğusu bir perde çekmiş gibidir şimdi. bulanık mavi, bulanık yeşil. köşede günbatımı sessiz ve turuncu. sokaklar aceleyle kalabalık. eskilerden kalma birkaç yüz, zoraki birkaç selam. kalemlerim hazır. kağıtlarım büyük ve beyaz. gömleklerimi yan yana asacağım, kitaplarımı yan yana. derimde varoluşun tuzu, bir bela gibi yapışıp kalmış.

Cuma, Haziran 4

2 ou 3 choses que je sais de moi

başım, bu büyük bahçede, onu göğe doğru diktiğimde, uzak bir denizin getirdiği rüzagarla buluşur ve ben düşünmek istemezdim. çocuktum daha, yine de insanın düşüşü neyle başlar o zamandan öğrenmiştim. ama şimdi his yok. ve hiçbir şey. bütün yazılanları okumuş, ne varsa yazmış gibiyim. camdan ve yağmurdan geçip, kırılmaz, kaskatı bir maddeye dönüşürken, hepsi hepsi upuzun bir itiraftı, bir kabullenişti bulduğum. onu yok edercesine parçalar, görünmez kılarım sandım.

durmaksızın işaret ettiğim yanlışlardan ders aldım mı sanıyorsun. almadım. kendimi böyle seçtim ben, dirimi böyle duydum içimde. sabırsızca bekledim ölümü, yılmadan çağırdım onu, onu bir kaçış değil kurtuluşun ta kendisi saydım. oysa şimdi, kapıma gelip dayandığında kaçacak yer arar oldum. birgün yeniden, çaresizce sarılacağımı bilerek kaçtıklarıma.

bana kendimi anlatacak bir yüz bulmuştum o zamanlar. soluk ama gerçekti. artık onsuz yapamam diyordum. yine de tanıdığım, bildiğim şeylerden an geldi vazgeçmesini öğrendim. kapı kapı arayıp bulduğum bu gerçeği yüzüstü bıraktım orada. ardımda nasıl sancıdığına bir an olsun dönüp bakmadım bile. gerçekti o, korkutacak denli hem de, ama benim gerçeğim değil. ne olursa olsun benim gerçeğim değildi.

kimi şeyler zamanını aşar, kimi bir zamana hapsolur kalır. var mıdır mutluluk. mutluluğun bizi beklediği bir yer. oysa bana kendimi anlatacak bir yüz bulmuştum. yavaşça saydamlaştı, kayıp gitti elimden. öyle bir an geldi ki, sevincin yerini korku, sevginin yeriniyse nefretin aldığını gördüm. gördüm ama sustum. ne de olsa itiraf edecektim birgün.

bu kalabalıklar ne uzun, ne büyük, ne iyi. oysa ben onları çoğalttığım kadar varlar. geçip giderken aralarından durup dinledim gürültüsünü. ne kadar yakın, ne kadar tanıdıktı. sen de dinle. utançla eğildi başım. bir zamanlar umarsızca göğe kaldırdığım başım utançla. ne varsa bana aitti bu dünyada. benim dünyamdı bu. bu pisliğiyle dönenen insanlar ve ben birdim. unutmakla yazıyorduk bu dünyanın tarihini, harflerle değil. unutmakla ve bir elden.

Perşembe, Eylül 3

karşı kıyı

akşamın karanlığı denizin üzerinde bir ışıltı olarak duruyor. rüzgar dalgaları iterek yaklaşıyor. ben karşı kıyıda, bir evin terasında yemeğe oturmuş uzak akrabalarımı düşünüyorum. tokuşturulan kadehleri, anlamsızca büyük hareketlerle dağıtılan yemekleri, övgüleri, yalanları. onun, kimseyi sevemiyorsun, sözü aklımda. oysa çok sevdiğimi anlıyorum herkesi. zayıflıklarını, hiçbir şeye sığmayan biçimlerini onların.

Cuma, Temmuz 31

su

suyun içinde bulanıklaşan ellerini izliyorum. dipte ağırlaşan bacaklarının kayıtsız hırçınlığını, suyun kuvvetine karşı koyan direncini. soluğu suda seken bir taş gibi geçiyor üzerimden. düşmüyor ama. üzerimde bekliyor.

Cuma, Haziran 19

tımarhane

birbirine geçmiş kağıt tomarını uzatıp bunları senin için yazdım diyorum. aslında hep aynı şeyi yazdım ben. ya söylemek istediğim şeyler hiç değişmedi ya da anlatmanın başka bir yolunu bulamadım. ayin başlamadan oturduğumuz sıradan kalkıp çıkıyoruz kiliseden. sana yol boyunca bir tımarhanenin bahçesini anlatıyorum. bahçesini, demirlerini, pencerelerini. bahçeye bakan pencerelerini. bahçeyi görmeyen pencereleri. bir pencereden bir bahçeyi görmeyi. biraz düşününce baktığımız her şeye fazladan bir şeyin eklendiğini. o sonsuz önlemleri. oysa hiçbir şey kurtaramaz diyorsun dünyayı o katı yalınlığından. ne yol boyu uzayan kaldırımların tuhaflığı. ne de bir başka bahçeyi çevreleyen demir parmaklıklar. gülümseyerek elini tutuyorum. rüzgar eteklerinde dolaşıyor. gölgen gölgemle yan yana. ve alnında parıldayan gün ışığı

Pazar, Haziran 14

masa

tabaklar yarı yarıya dolu, kadehler ağzına kadar. sarılırken ve her kadeh tokuşturuşta bir kez daha düşman herkes. kiminin saçları uzamış, kiminin sakalı öyle. benim çok eskilerde kalan bir ihanetim de masada. ötekinin hiçbir şey olmamış gibi dokunması kadınına. senin alıştığın bir yalan da. ne kadar güvenebiliriz onlara. başını bir an omzuma koyuyorsun, artık çıkar diyorsun gözlüklerini, neredeyse hava karardı. ben inandığım her şey bir bir yıkıldı sanıyordum, diyorum. hiç farketmemiştim başının hafifliğini, omzumun ağırlığını. yüzümü okşarken bütün okşayışlar masada. utancımız vesaire. havada sapsarı bir denizin kokusu. elim saçlarının içinde. ve dalgalar falezlere vuruyor.

Çarşamba, Mayıs 13

işaretler

yırtık ve boş lila stars ambalajı, yırtık ve boş prezervatif ambalajları. yatağın yanında uzun ve kirli tuvalet kağıtları. yarım ve ıslak backwoodslar. birkaç içimlik kahve. sürekli suyla doldurulan bardaklar. sürekli kaybedilen sıvılar. saçlarını toplarken ve dağıtırken sen. hemen girişe bırakılmış bir valiz. kimi devrik, kimi aksine yatık ayakkabılar. alelacele çıkarılmış giyisiler. yerine başka, bambaşka şeyleri bıraktığımız saatler. hemen önümüzde yaz yorgunu ve artık kimseyi beklemeyen sahilleri kasabanın. hani bir an gözümü üzerinden ayırsam ve bakacak olsam, ancak öyle farkedilecek dünyada ne var ne yoksa. çok uzak değil oysa geride bıraktıklarımız. senin kaybettiklerin, benim yüzümü çevirdiklerim. uykularda boğuştuklarımız. işittiğimiz küfürler. rehberden kimbilir kaçıncı kez silinen numaralar. sağanağın ıslattığı o ruhsuz sokak.

bense ardında uzun, yorulmuş gölgen. kanrevan, tuhaf. hiçbir şeye yaramayan işaretler bulmuşum. biraraya getirdiğim ne varsa dağınık. kaç kez kaçtıysam tuzak. kaçıyla yüzyüze geldiysem çıplak.

Cuma, Nisan 3

büyük dîvan

kulağımda Demon Albarn'ın Out Of Time'ı söyleyen sesi; üzerimde senin vücudun, kar düşmüş gibi beyaz engebelerin, vazgeçilmez yuvarlaklığın, girintilerindeki saklı kokun.

Cumartesi, Mart 14

gulag orkestar

on the road. açmaya yüz tutmuş elma ağaçları ve gelincikler içinde. en çok da ihtiyar boğa Lee olarak bahsi geçen Burroughs'un anlatıldığı sayfaları sevdim ben. Burroughs: cehennem ateşleri ve sırlarla dolu, Kansas'lı bir vaiz. çölün tam ortasında.
***
dönüşte, tozlu yolun bitişiğinde bir orman olan gözlerin. atımın yelesini okşarken bozkıra akşam inmiş, rügar otların başını eğmiş, bense kaybetmiştim.

Cuma, Mart 13

"şiir çare değildir..."

caddeyi ikiye bölen duvarın üzerinde yeni olduğu anlaşılan bir duvar yazısı duruyordu. özenle yazılmıştı. incelkikli bir iş, dedim. "şiir çare değildir, ama insanı avutmaya yeter". tam da bunun önünde çek fotoğrafımı demiştin, şiir budur. köşedeki cafede ben bir kahve söyledim. sen yol boyunca ayağına batan küçük taşı çıkarıp gösterdin. fuların düşerken boynundan, boynun ıslaktı.

Cuma, Şubat 27

hotel şato


paramız çıkışmayınca yarı yarıya ucuz bir otele yerleşiyoruz. şato. biraz da Kafka'ya duyduğumuz büyük sevgiden. ben ne daha edebi ne de daha içten anlatmak istemiyorum. böyle kalsın istiyorum ve soyuyorum seni. tuvaletin kapısı yok. her şey açık seçik. yanımda bir iki kitap, nasılsa nicedir peşinde olduğum bir plak bulunmuş. konsola özenle bırakıyorum. geniş zamanla konuşmayı ne çok sevdiğimi düşünüyorum. bu beyoğlu'nda bir arka sokak. bazı sokaklara dikey, bazılarına paralel. noktaları yanlış yerlere koyuyorum. denedim diyorum. denemeyi sevmem. deneyimi sevmezsin diyorsun. denenmiş ve kabul görmüşe yatkınım. belki bu yüzden şiiri bırakıyorum. ne kaldı söylenmeyen. kendi tarihim bile benim değil artık. sokağın giriş katlarını istila eden rock barlarının birbirine geçen gürültüsü. en çok da bunu seviyorsun. sevişmelerimiz duyulmuyor. bağırmalarımız duyulmuyor. iki ayrı köşedeki iki ayrı yatağı bir konsol ayırıyor. yatakları birleştirmiyoruz bu kez. içmiyoruz. ayık olmak güzel. sabah, gecenin ilk başladığı yatakta uyanıyoruz. iç içe. sen bacağını çekiyorsun ben kollarımı çözüyorum. giyinip istiklal'e iniyoruz. joy division'dan bir şeyi mırıldanıyoruz. şimdi anımsamıyorum. anımsamak belalıdır. tünele dek böyle yürüyoruz. konuşmadan.