başım, bu büyük bahçede, onu göğe doğru diktiğimde, uzak bir denizin getirdiği rüzagarla buluşur ve ben düşünmek istemezdim. çocuktum daha, yine de insanın düşüşü neyle başlar o zamandan öğrenmiştim. ama şimdi his yok. ve hiçbir şey. bütün yazılanları okumuş, ne varsa yazmış gibiyim. camdan ve yağmurdan geçip, kırılmaz, kaskatı bir maddeye dönüşürken, hepsi hepsi upuzun bir itiraftı, bir kabullenişti bulduğum. onu yok edercesine parçalar, görünmez kılarım sandım.
durmaksızın işaret ettiğim yanlışlardan ders aldım mı sanıyorsun. almadım. kendimi böyle seçtim ben, dirimi böyle duydum içimde. sabırsızca bekledim ölümü, yılmadan çağırdım onu, onu bir kaçış değil kurtuluşun ta kendisi saydım. oysa şimdi, kapıma gelip dayandığında kaçacak yer arar oldum. birgün yeniden, çaresizce sarılacağımı bilerek kaçtıklarıma.
bana kendimi anlatacak bir yüz bulmuştum o zamanlar. soluk ama gerçekti. artık onsuz yapamam diyordum. yine de tanıdığım, bildiğim şeylerden an geldi vazgeçmesini öğrendim. kapı kapı arayıp bulduğum bu gerçeği yüzüstü bıraktım orada. ardımda nasıl sancıdığına bir an olsun dönüp bakmadım bile. gerçekti o, korkutacak denli hem de, ama benim gerçeğim değil. ne olursa olsun benim gerçeğim değildi.
kimi şeyler zamanını aşar, kimi bir zamana hapsolur kalır. var mıdır mutluluk. mutluluğun bizi beklediği bir yer. oysa bana kendimi anlatacak bir yüz bulmuştum. yavaşça saydamlaştı, kayıp gitti elimden. öyle bir an geldi ki, sevincin yerini korku, sevginin yeriniyse nefretin aldığını gördüm. gördüm ama sustum. ne de olsa itiraf edecektim birgün.
bu kalabalıklar ne uzun, ne büyük, ne iyi. oysa ben onları çoğalttığım kadar varlar. geçip giderken aralarından durup dinledim gürültüsünü. ne kadar yakın, ne kadar tanıdıktı. sen de dinle. utançla eğildi başım. bir zamanlar umarsızca göğe kaldırdığım başım utançla. ne varsa bana aitti bu dünyada. benim dünyamdı bu. bu pisliğiyle dönenen insanlar ve ben birdim. unutmakla yazıyorduk bu dünyanın tarihini, harflerle değil. unutmakla ve bir elden.